Star’dan ayrılan Lütfü Oflaz: Durumdan AKP tabanı rahatsız Cumhuriyet gazetesi – Röportaj: Kemal Göktaş

Adalet yürüyüşü toplumun bütün kesimlerinin dikkatli gözlemi ve çok büyük kesiminin de desteğiyle İstanbul kapılarına dayandı. Kılıçdaroğlu ve onunla birlikte yürüyenlerin kavurucu sıcaklarda döktükleri terin karşılığını bulduğuna ilişkin çarpıcı bir örnek yandaş medyada yaşandı geçen hafta. Türkiye’nin en önemli yazarlarından Lütfü Oflaz “Murat Sabuncu’dan Turhan Günay’a, Musa Kart’tan Kadri Gürsel’e kadar gazeteci olarak bilip tanıdığım meslektaşlarımın hapiste olmasından rahatsızım. Cumhuriyet gazetesinden Sözcü gazetesine kadar medyanın baskı altında olmasından rahatsızım” diye başlayan yazısı yayınlanmayınca Star gazetesinden ayrıldığını açıkladı. Üstelik bunu söyleyen sıradan bir yazar değil. Oflaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem 2000 hem de 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “gönlümdeki Cumhurbaşkanı adayı” dediği, sağcısından solcusuna siyasi yelpazedeki herkesin saygı duyduğu bir isim. Efsaneleşmiş işler ne ise akla Lütfü Oflaz geliyor. Üstelik Süleyman Demirel’in de manevi oğlum dediği bir isim. 12 Eylül’den sonra tankların karşısına dikilen ve ilk insan hakları kampanyasını başlatan Oflaz, ‘Susma sustukça sıra sana gelecek’ gibi efsanevi sloganları da yazan isim. Gezi’nin simgelerinden ‘Yeryüzü sofralarının’ fikir ve isim babası olan Oflaz’la istifasına giden süreci ve adaleti konuştuk.

– “Rahatsızım” yazınız çok büyük bir ilgi gördü. Bunu yayınlamadılar ama Amerika’dan Japonyaya kadar uluslararası alanda da yoğun bir ilgi gördü. Neden rahatsızsınız ve aşamaya nasıl geldiniz?

Öncelikle şunu söyleyeyim. Ben her şeyden önce bir yazarım, düşünce adamıyım, gazeteciyim. Dolayısıyla gazetecilere, yazarlara, düşünce insanlarına, gazetelere yönelik baskılar her dönem tepkimi çekmiştir. Bu dönemde de gazetelere yönelik baskılara tepkimi zaman zaman Star’daki köşemde dile getiriyordum. Aynı zamanda bu dönemde haksızlığa uğrayan diğer meslek mensupları ile ilgili de rahatsızlıklarımı da yazıyordum. Bunlar son derece etkili oluyordu. Özellikle iktidarın karşısında olan medya, ‘böylesine yazılar nasıl bu Star gazetesinde yayınlanıyor?’ diye de şaşırıyorlardı.

– Nasıl yayınlanıyordu peki? Bir gerilim oluyor muydu?

Zaten ‘Rahatsızım’ başlıklı, sansürlenen yazımda bunu özellikle belirttim. Bana bu ‘Rahatsızım’ yazısına kadar, medyaya, akademisyenlere yapılan haksızlıklar noktasında yazdığım yazılarda müdahale olmadı. Aşağı yukarı 13 aydır yazıyorum. Ne kadar olumsuzluk varsa bu dönemde yaşanan, bunları hep yazılarımda dile getiriyordum. 13 ayın sonunda ‘Rahatsızım’ diye bir yazı yazdım. Bu yazı konulmadı. ‘Daha önce bu tip yazıları yayınlıyordunuz, niye bu yazıyı koymadınız?’ diye sorduğum zaman bana ‘Biz bugüne kadar size olan saygımızın gereği bunları yayınladık ama bugünden itibaren artık muhalif yazılarınızı yayınlamak istemiyoruz. Muhalif yazılar olmazsa bunları yayınlarız’ diye yanıt verdiler. Yani bir açık kapı bıraktılar.

– ‘Bizim istediğimiz gibi yazarsanız yayınlayabiliriz’ diye bir ahlaksız teklif mi yaptılar yani?

Şöyle bir şey var bunun arka planında. Akademisyenlerle ilgili birçok yazı yazdım. 1.100 imzalı bir dilekçe vardır akademisyenlerin, orada bir kısmını işten attılar, bir kısmını işten atmadılar. ‘Bunun ölçüsü nedir?’ diye bir takım yazılar yazmıştım. Öğretmen Semih Özakça ve akademisyen Nuriye Gülmen ile ilgili yazımın bir bölümünde de şöyle bir ifade geçiyordu: ‘FETÖ’cü olmayanlara da FETÖ’cü damgası vurularak işlerinden atıldıkları gibi bir izlenim var toplumda. Nitekim Gülmen ile Özakça’nın da ‘Biz FETÖ’cü olmadığımız halde FETÖ’cü muamelesine tabi tutularak işten atıldık. Aslında biz muhalif olduğumuz için işten atıldık’ diye bir iddiaları var. Eğer muhalif oldukları için işten atılmadıysalar bunu iktidarın belgeleriyle, delilleriyle birlikte topluma sunması, toplumu ikna etmeleri lazım.’ O yazının çıktığı gün İçişleri Bakanı (Süleyman Soylu) beni aradı. Söze şöyle girdi: ‘Lütfü Bey bugünkü yazınızla bizi çok üzdünüz.’ Dikkat edin, ‘ beni üzdünüz’ demiyor ‘bizi üzdünüz’ diyor.

– Kimi kastediyor?

Bir iktidar bütününü kastediyor aslında. Ben ‘Hayrola nedir sorun?’ dediğim zaman ‘Lütfü Bey, sizin de yazdığınız gazetede ve bize yakın medyada Gülmen ve Özakça’nın DHKP-C’li olduklarına ilişkin yayınlar çıktığını görmüyor musunuz?’ dedi. Ben de ‘okuyorum’ dedim. ‘Peki, ama o zaman niye böyle bir yazı yazıyorsunuz?’ diye sordu. “Bunların DHKP-C’li olduğunu siz söylüyorsunuz. Avukatları da diyor ki, DHKP-C’li olduklarına dair hiçbir mahkeme kararı yok’ dedim. Bunu üzerine İçişleri Bakanı bana dedi ki ‘Haa, demek ki siz bize inanmıyorsunuz böyle bir karşılık verdiğinize göre… Ben sizi bilgilendirmek, üzüntülerimizi iletmek için aradım. Fakat siz bize ağzımızın payını verdiniz. Bir daha da sizi aramam, çünkü ağzımızın payını aldık” dedi ve konuşma gergin bir biçimde sona erdi. Aradan günler geçti, bir gün Doğu Perinçek’in bir açıklamasını gördüm. Açıklamasında da diyordu ki ‘Evet, işten atılmalarda, hapse atılmalarda, haksızlıklar var fakat bunlar görmezlikten gelinebilir.’ Bunun üzerine ‘Yaşayan Hitler Doğu Perinçek’ başlığıyla bir yazı yazdım. Yazının sonuna doğru sözü İçişleri Bakanı’na getirdim. Bakan’ın ‘Ağzımızın payını verdiniz’ sözünden bahsetmeden aramızdaki görüşmeyi yazdım orada. Onu da şunun için eklemedim. O böyle dedi ama bir nezaket göstereyim, yok sayalım o cümleyi diye düşündüm. Anlıyorum ki o ‘ağzımızın payını verdiniz’ lafından sonra kendi aralarında bir takım görüşmeler oldu ve bu son yazı onun üzerine denk geldi. Bir zemin teşkil etti ve belki de ‘ağzımızın payını verdiniz’ sözünü de yazabileceğimi düşünüp bir ön almak için beni uyarmayı düşünmüş olabilirler.

– İktidarın bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz. Gazeteciler, siyasetçiler hapiste, akademisyenler işten atılıyor. AKP bu noktaya nasıl geldi?

Aslında haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı tepki sadece muhalefetle sınırlı değil. AK Parti tabanı da rahatsız. Lütfü Oflaz rahatsız ama AK Parti tabanı da rahatsız.

– Neden rahatsız AKP tabanı?

‘Rahatsızım’ yazısında birkaç cümleyle de olsa ona da değindim. Ak Parti tabanı başta belediyeler olmak üzere, yolsuzluk ve rüşvet söylentilerinin ayyuka çıkmasından rahatsız. Ak Parti tabanı Harun gibi gelip Karun gibi olanlardan rahatsız. Bu dönemdeki yargılamalarda parası olan, arkası olan, özellikle iktidarın tepe noktalarında dayısı olanlara karşı ayrıcalıklı davranılmasından rahatsız. Toplumda gerginleşmeden, huzursuzluktan ve bunun giderek ülkeyi bir iç savaşa sürüklemesinden rahatsız. Bu rahatsızlıkları bana Ak Parti tabanı yoğun bir şekilde iletiyor.

– Parti yöneticileri, bakanlar, başbakan, Cumhurbaşkanı bunun farkında değil mi?

Bugün Ak Parti tabanı, Ak Parti tavanından rahatsız. Nitekim rahatsız olmasa referandumda Ak Parti tabanından yüzde 7-8’lik oy kayması olmazdı. Ak Partililerin en iyimserleri açısından yüzde 5-6’lık oy kaymasından söz ediliyor. 2 yıl içinde bu rahatsızlık artarsa çok daha büyük oranlara varabilir.

– Parti kendine çeki düzen verme eğilimi de yok…

Ak Parti tavanı ne düşünüyor, ne yapmak istiyorlar onu bilemem. Ben Ak Partinin tabanı ile ilgiliyim.

– Peki, bu rahatsızlık kopuşa yol açabilir mi? Siyaset ne yazık ki kimlikler üzerinden inşa edildi. Türkçü-İslamcı bir cephede buluştu iktidar. Oradan buraya kopuş mümkün mü? Kimlik siyasetine rağmen taban kayabilir mi?

Bakın, muhafazakâr tabanın şöyle bir özelliği vardır. Bu ta Demokrat Parti döneminden bu yana böyledir. Buradaki insanların dönüşebilmesi için bunlara çok güven verecek insanlar lazım. Ben Ak Parti tabanına bir şey söylediğim zaman bu eğer çok büyük yankı buluyorsa, bunun bir nedeni vardır. Siz Ak Parti tabanına bir takım dayatmalar yaparak dönüştüremezsiniz. Bugün Ak Parti tabanında çok etkili bir yazar ve düşünürsem başka nedenleri de var ama esas olarak bunu 28 Şubat’taki tavrıma borçluyum. 28 Şubat döneminde Leman dergisinde yazıyordum. Üniversitelere başörtülü kız öğrenciler alınmıyordu. Leman’da yazdığım yazı ‘Zulme karşı direneceğiz’ diye başlıyordu, ‘Yılgınlık yok direniş var’ diye bitiyordu. Yazıda ‘ortada bir zulüm varsa, solculara düşen bu zulme karşı çıkmaktır, bu zulme karşı direnmektir, velev ki kendilerine yapılmıyor olsa bile’ demiştim. Solculardan kastım sosyalist sol idi. Bu yazının yayınlandığı zaman, binlerce solcu genç, dindar gençlerle buluştu ve İstanbul Üniversitesi’nin önünden birlikte yürüyüşe geçtiler. Sayıları on binleri geçti. Yani sizin insanlara verdiğiniz güven önemli. Siz kırılma noktalarında hiçbir şey yapmamışsanız insanlar size güvenmezler. Ben aynı zamanda 12 Eylül döneminin ilk yargılanan yazarıyım.

– Ne için yargılandınız?

Kenan Evren’e hakaretten. Darbecilere karşı çıkmaktan… ‘Niye meclisi kapatıp demokrasiyi askıya alıyorsunuz?’ demekten ötürü. 12 Eylül döneminde darbecilerin tanklarının karşısına ilk duran benim. Bu ülkedeki ilk insan hakları kampanyasını başlattım.

– Nasıl başlattınız?

Tankların karşısında durduğum zaman Mamak’a götürüldüm. Gözaltından çıktım, bir yazı yazdım. Doğrudan mahkûm edildim. Bunun hikâyesi uzundur. Her tür hukuk, her türlü içtihat çiğnenerek mahkûm edildim. Bu konuda İlhan Selçuk’un, Oktay Akbal’ın, Uğur Mumcu’nun, Mustafa Ekmekçi’nin çok yazıları vardır. Hapse atıldım. Hapisten çıktığım gün Kızılcahamam’da beni karşılayan mahkûm yakınları ile birlikte doğrudan Adalet Bakanlığı’na gittik. Orada arabadan fırladım. Arkamda mahkûm yakınları var, onlar koşturuyor, ben koşturuyorum. Koruma polislerini yararak ilerliyoruz. Adalet Bakanı Cevdet Menteş’in odasına girdim. Özel Kalem Müdiresi, beni görünce eli ayağı titremeye başladı. ‘Derhal Adalet Bakanı ile görüşmem lazım’ dedim. ‘Toplantısı var’ dediler ama kabul etmedim, “Ya kapıyı siz açın ya da ben açacağım’ dedim. O sırada gazeteciler de var orada. Girdi hemen çıktı, ‘buyurun’ dedi. İçeri girdiğimde gerçekten bir toplantı olduğunu gördüm. Bakan’a ‘Beni cezaevine attınız ama şimdi karşınızdayım. Fikirlerimde en ufak bir değişiklik yok. Hukuksuz yargılamalar, yargısız infazlar, işkenceler, idamların derhal durdurulmasını talep ediyorum. Bu konuda bir insan hakları kampanyası başlatıyorum, siz de şahit oluyorsunuz’ dedim. Bir bildiri yazmıştım cezaevinde, onu okudum. Bu olay bir efsane. İşte efsaneler böyle doğuyor. Bunu o dönem cezaevinde olan İslamcısı, ülkücüsü, devrimcisi duydu ve muazzam bir kitle oluştu. Kampanyayı başlattıktan sonra bana gelen mektup sayısı 2 milyondu. Cezaevlerindeki mahkûmlardan, ailelerinden, sanatçılardan, sendikacılardan destek aldım. 12 Eylül’deki aydınlar dilekçesinin yazılmasında katkım vardır. Her kesim biliyor ki Lütfü Oflaz ağır bedeller ödemiştir. İşkence görmüştür. Zaten bedeni yaralıdır ama üzerine işkence görmüştür. Ne için bu bedelleri ödüyor bu adam? Bizim için yapıyor bunu. Cezaevinden yeni çıkmış bir adam Adalet Bakanlığı’nı basmışsa bu ağır bedeller gerektirir. Bunu biliyorlar. 28 Şubat’ın da en etkili eylemi solcu gençlerin dindar gençlerle yürümesi oldu. O yürüyüşte yazımdaki iki cümle slogan oldu. “Zulme karşı direneceğiz” ve “Yılgınlık yok direniş var”. 28 Şubat’ta Lütfü Oflaz’ın ne yaptığını bildikleri için güveniyorlar. Güvendikleri için Lütfü Oflaz bu tabanda etkili. Şimdi mesele şu: Biz bu tabanı haksızlıklara karşı adaletsizliklere, hukuksuzluklara karşı yürütebilmeliyiz. Bu insanlarla zıtlaşarak onları yürütemeyiz. Bu insanlara hukuksuzları, adaletsizlikleri, anlatmak gerekiyor. Ama kim anlatacak bunu? Güvendiği insan anlatacak. 28 Şubat’ta zulüm yapanlar muhafazakâr tabana ‘haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik’ derse etkili olmaz.

– Bu anlamda adalet yürüyüşünün etkisi olmuyor mu AKP tabanında?

Ak Parti tabanı zaten rahatsız. Taban diyor ki; hukuksuzluklar, haksızlıklar var. Bunları zaten yazıyorum. Bunları okuyor zaten bu insanlar. İşten atılmalarda, hapse atılmalarda haksızlık, hukuksuzluk var. Ayrıca görülmekte olan davalarda ayrıcalıklar yapılıyor. Burada bir problem olduğunu görüyor. Ak Parti’nin yaptırdığı son ankette de Ak Parti tabanının yüzde 80’e yakınının ülkede hukuksuzluk, adaletsizlik, haksızlık olduğuna inandığı ortaya çıktı. Hukuksuzlukları, haksızlıkları, adaletsizlikleri biz anlattığımız için bu anketin sonucu böyle çıktı. Aylardır ben bunları onlara anlatıyorum.

– Cumhuriyet üzerindeki baskıları nasıl değerlendiriyorsunuz? İktidar kadroları da bu davadan rahatsız mı?

Ben bir kulis yazarı değilim. Kulisleri hiç merak etmiyorum. Beni aramadıkça benim hiçbir iktidarın tavanı ile işim olmaz. Ne uçağa binerim, ne kucağa otururum. İktidarın bütün unsurları bilir ki Lütfü Oflaz vicdanlı bir adamdır. Bakın bir şey söyleyeyim: Leman dergisinde yazarken Vakit gazetesinden İslami camianın ünlü karikatüristlerinden Yalçın Turgut, bana teklifte bulundu. Dedi ki, ‘İslamcı taban sizi çok seviyor. Şöyle bir şey yapalım. Haftanın 3 önemli olayı ile ilgili biz size sorular yöneltelim. Siz bunların cevaplarını verin. Her hafta ‘Lütfü Oflaz’la sohbet vakitleri’ diye yayınlayalım bunu. Düşündüm, taşındım, arkadaşlarla konuştum, kabul gördü bu. Bana soru soruyorlar, cevap veriyorum. Karikatüristler bu sohbete ilişkin çiziyor ve bir sayfalık bir şey oluyor bu. Vakit’in arka kapağında yayınlanıyor. Bu tabii çok etkili oldu. Yine böyle vicdan, haksızlık, hukuksuzluklardan bahsediyorum. Dönem Ak Parti dönemi. Tayyip Erdoğan’ı ağır şekilde eleştiriyorum. Bir gün gazetenin genel yayın yönetmeni Hasan Karakaya’ya dedim ki ‘Eğer size rahatsızlık veriyorsam söylediklerimle, zarar görüyorsanız buna bir son verelim.’ Karakaya bana aynen şunları söyledi: ‘Biz, senin iktidarı eleştirmene, başbakanı eleştirmene kızıyoruz. Doğru bu. İlk anda kızıyoruz. Sinirleniyoruz. Fakat sonra düşünüyoruz Yayın Kurulu olarak, Lütfü Oflaz Türkiye’nin vicdanıdır, bizim Lütfü Oflaz’ın vicdanlı sözlerine, uyarılarına ihtiyacımız var. Türkiye’nin de ihtiyacı var. Dolayısıyla biz sana ne kadar kızarsak kızalım sen bunlara devam et.’

– Vakit ya da Akit deyince Türkiye’de birçok insanın aklına akademisyenleri, solcuları, Alevileri aşağılayan, kadına karşı ayrımcı ifadeler kullanan bir gazete geliyor. Sizin bu gazetede sohbetlerinizin yayınlanması da tepki görmüş zaten. Lütfü Oflaz vicdan ama Akit ya da Vakit de bunun tam tersi.

Benim için bunun hiç önemi olmadı. Türkiye’de en sağdan en sola kadar davet edildiğim her yerde yazmış ya da sözünü söylemiş bir adamım.

– Ama Vakit konusunda bir istisna gerekmez miydi?

En ufak bir tereddüdüm olmadı. Vakit gazetesi dindar kesimin önemli bir gazetesi. Özellikle 28 Şubat dönemindeki mücadelesi nedeniyle dindar kesimde çok önemsenen bir gazete. Dolayısıyla dindar kesime düşüncelerinizin, fikirlerinizin ulaşabilmesi için önemli bir gazete. O gazetede ülkedeki haksızlıklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı çıktığınız zaman dindar kesimi etkileyebilirsiniz. Yoksa siz dindar kesimle bir bağlantısı olmayan, tamamen dışladığı gazetelerde istediğiniz kadar adaletsizlik, hukuksuzluk deyin, o kesime o görüşlerinizi götüremezsiniz. Zaten onlar sizi okumazlar. O gazeteleri okumadıkları için onlara ulaşamazsınız. Onlara ulaşmanın yolu, onlar hangi yayınları okuyorlar, bir köprü lazım çünkü onlara ulaşmak için. Bu da yetmez ayrıca size güvenmeleri lazım. ‘Bu adam darbe dönemlerinde ne yaptı, dindarlar zulüm görürken ne yaptı’ diye sorarlar.

– AKP’nin bir gücü de burada geliyor. Muhafazakâr taban AKP dışında güvenecek bir siyasi figür ya da siyasi akım bulamıyorlar sicilleri nedeniyle. Bu sicil önemli yani.

Bugün Ak Parti tabanının bir alternatifi olsa, güveneceği bir lider, güveneceği kadrolar olsa, yarısı gider, emin olun. Bunu oluşturmak lazım.

– CHP biraz böyle şeyleri denedi ama örneğin Ekmeleddin İhsanoğlu tutmadı.

Tutmaz. 28 Şubat’ta dindarlar zulüm görürken Ekmeleddin İhsanoğlu neredeydi? Mısır’daki bir adam. Hiçbir bedel ödememiş, hiçbir direnç göstermemiş. Ben en sağdan en sola kadar, bu ülkenin medyasında yazı yazdım, söz söyledim. Davet edildim. Ortadoğu gazetesinde yazı yazdım. 1970’lerin ikinci yarısında. 78’de Aydınlık’ta yazmaya başladım. 12 Eylül’ün hemen öncesinde Demokrat gazetesi kuruldu. Emil Galip Sandalcı’lar, Dursun Akçam’lar davet etti, oraya yazdım. 12 Eylül’den sonra Bülent Ecevit’in Dünya gazetesinde yazdım. Ecevit gazetenin gizli köşe yazarıydı. Oranın üç köşe yazarından biriydim. Gazete 10 Kasım 1980’de çıktı, 2 ay sonra bir yazım nedeniyle gazete kapatıldı. Ondan sonra merkez medyada, Cumhuriyet’te, Milliyet’te yazdım. Bu ülkenin üç büyük mizah dergisinde yazan tek yazarım: Akbaba, Gırgır, Leman. Hasan Kaçan’ın çıkardığı Ustura diye İslamcı bir mizah dergisinde yazdım. Bu yapım zaten biliniyor.

– Kendinizi siyaseten nasıl tanımlıyorsunuz?

Toplumcu olarak tanımlıyorum. Çünkü solcu deyince o kapsama birçok şeyi sokuyorlar. İnternete girdiğinizde sosyalizm yazdığınızda karşısında toplumculuk yazıyor. Hayatımın hiçbir döneminde ne bir göreve talip olabilirim ne bir unvana talip olurum. O unvanı size yaptığınız mücadeleler ve hizmetler verir. Bugün bana efsane insan deniliyorsa mücadelenin ve hizmetlerin sonucudur. Kendime ne kadar solcu, sosyalist desem, yaptıklarım onunla uyumlu değilse, aslında o işin adamı değilim. Hep toplumsal faaliyetler içinde oldum. Bakın Sözcü’de Can Ataklı’nın bir yazısı çıktı. ‘Lütfü Oflaz’ın vicdan hareketi’ diye. Orada yaptığım toplumsal faaliyetlerden bahsediliyor. Yeryüzü sağlıkçıları olarak bir projem var. Dünyanın neresinde olursa olsun, sağlık hizmeti götürecek doktorlar ve hemşirelerden oluşan bir yeryüzü sağlıkçılarından oluşan bir sosyal yardım faaliyeti. Bu binlerce insanın sağlık konusundaki dertlerine derman oldu. Yeryüzü sofralarının isim babasıyım. Bu 2011 yılında kuruldu. Biz Gezi’den önce bunu kurduk. Mütevazi yer sofraları, 5 yıldızlı otel iftarlarına karşı, onları protesto etmek için kurduk bunu.

– Siz kapitalizme karşısınız.

Elbette… Kapitalizme ve emperyalizme karşıyım.

– Peki, yerine gelecek sistemin nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Geçmiş sosyalizm deneyimlerine karşı…

O ayrı derin bir tartışma. Ben toplumcu bir adamım. Dolayısıyla her hareketim toplumculukla ilgilidir. ‘Yeryüzü evleri’ diye bana ait bir proje var. Evsiz, kimsesiz, sokakta yatıp kalkan insanlar için. ‘Yeryüzü vicdanlıları hareketi’ var, fikir ve isim babasıyım. Can Ataklı ‘yüz binlerce insan onun bu toplumsal paylaşım faaliyetlerinden yararlandı’ diye yazdı. Sizin yaptıklarınız size toplumda bir değer verir.

– Siz 2019’da seçimde aday olmayı düşünür müsünüz? Çünkü bu anlattıklarımızdan böyle bir sonuç çıkıyor.

Şunu iyi anlamamız lazım: Tayyip Erdoğan’ın karşısına muhafazakâr birini çıkartarak onu yenemezsiniz. Ekmeleddin İhsanoğlu örneğinde gördünüz. Muhafazakâr tabanın o insana verdiği değer önemli. Erdoğan’ın karşısına öyle bir insan koyacaksınız ki muhafazakâr taban ona Erdoğan’dan daha fazla değer verecek.

– Bu siz olabilir misiniz?

Tayyip Erdoğan ne diyor? Sabah gazetesinde 2007 yılında Mahmut Övür ‘Tayyip Erdoğan’ın gönlündeki Cumhurbaşkanı adayı Lütfü Oflaz’ diye yazdı. Erdoğan 2000 yılında da aynen böyle diyordu. Bir sürü yazar, hem 2000’de hem de 2007’de, değişik çevrelerden yazar, kanaat önderi aynı şeyi söylüyor. Düşünebiliyor musunuz, ‘Tayyip Erdoğan’ın gönlündeki Cumhurbaşkanı adayı…’ Bu muhafazakâr tabanda ne kadar etkileyici bir cümle. İkincisi, muhafazakâr yazarların Lütfü Oflaz hakkında yazdıkları ne kadar etkileyici. Muhafazakâr taban bunlardan etkilenir. Tayyip Erdoğan’ın bir sözü muhafazakâr tabanı çok etkiler. Muhafazakâr tabanı etkileyen kanaat önderlerinin, aydınların, yazarların o insanla ilgili olumlu kanaatleri muhafazakâr tabanı çok etkiler. Bunlar çok önemli. Muhafazakâr tabanın güvendiği, en ufak bir tereddüt göstermediği bir aday bulabilmek önemli.

– Beri yandan sekülerlerin, Kürtlerin, demokratların da oy vereceği bir aday olmalı değil mi? Siz bunların tamamından oy alabileceğinizi düşünüyor musunuz?

E tabii ki. Onlar zaten beni tanıyor. Onda bir sıkıntı yok.

– Geçen gün şortlu bir kadına saldırı olduğunda, laikleri zamanında başörtülü bir kadının başörtüsü başından çekildiği zaman tepki göstermemekle eleştirmiştiniz. Bu doğru bir kıyas mıydı sizce?

Öyle bir kıyas yok. Yazıda şunu söylüyorum. İnsanların kılık kıyafetlerine karışılamaz. Benim için önemli olan insanların kafasındaki başörtüsü değil. Kafasının içindekiler önemli. Kafası kapalı olmuş ama içi açıksa, önemli olan o. Ben Leman dergisinin yazarıyım. Leman dergisi Türkiye’nin bütün solcu gençlerinin en çok okuduğu yayın organıydı. Bu soruyu bana sormamış olmanız lazım. Leman zaten gençliğe bir kod vermiş. 28 Şubat döneminde başörtülü kızlarla kulağı küpeli erkekleri bir arada yürütmüş bir adamım. Her zaman hedefim şu olmuştur: Şortlu kızlarla başörtülü kızlar, dindar insanlarla Atatürkçü insanlar haksızlıklara, hukuksuzluklara, zulme, adaletsizliklere karşı birlikte yürüsünler. Ne başörtülü insanlarla bir problemim var ne de şortlu insanlarla. Bu insanları birlikte yürütmeye çalışan bir insanım. Bizim bütün yaptığımız icraatlar bunlara yöneliktir. Başörtülü kızlarla şortlu kızlar birada eşitsizliklere, kapitalizme, emperyalizme, adaletsizliklere, hukuksuzluklara karşı yürüsünler. Yeryüzü sofraları dediğiniz nedir? Şortlu kızlarla başörtülü kızların buluştuğu sofraların buluştuğu sofralar değil midir? Dindarlarla Kemalist insanların dindarların ateistlerin buluştuğu sofralar değil midir? Bunların isim babası Lütfü Oflaz’ın şortlu insanlarla ne sorunu olabilir.

Mihri Belli’nin Emekçi Parti’si, Anayasa Mahkemesi tarafından Kürtlere kendi dillerinde eğitim hakkı istediği için kapatıldı. Emekçi Parti’nin kapatılmasına ve Kürtlere kendi dillerinde eğitim hakkı verilmesini istemesinin suç sayılmasına bu ülkede ilk tepki veren benim. İnsanlar kendi dillerinde de eğitim görebilir, bu gayet doğaldır, olmalıdır diye yazan ilk yazarım. Bu yüzden yargılandım. “Bir Mahkum kitabımda da bu anlatılır.

– Cumhurbaşkanlığı adaylığı gönlünüzden geçiyor mu?

Cumhurbaşkanı adaylığı sizin istemenizle olacak bir şey değil. Hiç bir zaman hiçbir unvana, makama talip olmam. 2000 yılında bütün bu çevreler toplanıp geldiler. Bir sekretarya oluşturmuşlar. Dediler ki ‘Cumhurbaşkanını halkın seçmesini ve sizin de aday olmanızı istiyoruz’ dediler. Onlara ‘Başka biri daha iyi olabilir’ dedim. Dediler ki ‘Biz 5 isim üzerinde konuştuk. Cumhuriyet’ten Vakit’e kadar geniş bir yelpazede sadece sizin isminiz üzerinde uzlaştı. 4 isim vardı ama onlara başka itirazlar oldu. Ya siz olacaksınız ya hiç olmayacak, iş o noktada.’ 2019’da eğer siz akıllı bir strateji izleyeceksiniz, oturursunuz her şeyi düşünürsünüz, enine boyuna. Ona göre bir aday belirlersiniz. Bu illa Lütfü Oflaz olacak diye bir şey yok. İlla Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma olacak diye bir şey yok. Önemli olan en etkili kim olabilir? Sağ ve sol tabandan, muhafazakârlardan ve laiklerden, dindarlardan ve Atatürkçülerden, milliyetçilerden ve evrenselcilerden, kim bütün bu insanlardan oy alabilir? Bunu siz belirleyeceksiniz.

– Ekmeleddin gibi kapalı kapılar ardında yaparlarsa bir hezimet olur.

Tabii, zaten bunu denediniz, ikinci kez bunu denemenin alemi yok. Bir muhafazakâr aday çıkartarak Erdoğan’ı yenemezsiniz. Önemli olan geçmişi, bağlantıları nedeniyle, aralarında derin gönül köprüleri olan muhafazakâr tabanın da güvenebileceği ama ille de muhafazakâr olması gerekmeyen bir insan bulmak.

– Başkanlık sisteminden geriye dönüşün mümkün olacağını düşünüyor musunuz? CHP bir asgari müşterekte buluşulabilecek bir Anayasa değişikliği teklifi ve bu teklifi hayata geçirecek bir adayla 2019’a gitmek istiyor.

Bunlar ileriye dönük şeyler. Her şeyi bir anda yapamazsınız. Adım adım gitmek lazım. Türkiye’de hukuksuzluklar, haksızlıklar, adaletsizlikler var. Önce bunun mücadelesini vermemiz lazım. Bugün internete girdiğinizde görürsünüz ki bütün muhafazakar sitelerde şöyle deniliyor: Bugüne kadar hiçbir insan Müslümanları, Müslüman alemini Lütfü Oflaz kadar ağır eleştirmedi. Ama bunu olumlu yönde söylüyorlar. Çünkü Lütfü Oflaz diyor ki Müslümanların insanlara hizmet eden insanların hayatını kolaylaştıran insanlığa hizmet eden buluşlarda icatlarda hiçbir katkısı yok. İnsanlığa hizmet eden insanların hayatını kolaylaştıran buluşları yapanlara baktığımızda bunların içinde Hıristiyanlar Yahudiler, ateistler, şintoistler, Hindular, Budistler var Müslümanlar yok. bundan üzüntü duyuyorum. İkincisi diyorum ki bugün dünyada 1 milyar 600 milyon Müslüman yaşıyor. 63 Müslüman ülke var. Bunların toplam üretimi 80 milyonluk bir Almanya kadar etmiyor. Bu yazıları Star’da yazdım. Projeler sunuyorum, diyorum ki haftada bir kere ibadethaneye giden ama haftanın her günü kütüphaneye giden insanların ülkelerinde bu buluşlar yapılıyor. Bizim kitap okumamız lazım. Her caminin yanına, Türkiye’de 100 bin cami var. Her caminin yanında bir kütüphane ve sanatevi olmalı diyorum. Cami hocaları camiden çıktığınızda önce kütüphaneye sonra sanatevine gideceksiniz diye de cami cemaatine nasihat etmeli diyorum. Biz artık ilimle bilimle sanatla buluşmalıyız.

– Cumhuriyet davasını nasıl görüyorsunuz?

Kendimi yargı yerine koyup fikir beyan edemem. Zaten ‘Rahatsızım’ yazısında diyorum ki ‘Bugün kimileri kendilerini yargı yerine koyup insanları şucu bucu diye suçluyorlar, bundan rahatsızım.’ Nitekim İçişleri Bakanı’na söylediğim bu. Yargı kararı olmadıkça devlet birisi için şucu bucu demiş benim için önemi yok.

– Peki ama yargı kararlarına güveniyor musunuz?

Düşüncelerinden ötürü, haberlerinden ötürü, yazdıklarından ötürü hiçbir gazeteci, hiçbir yazar, hiçbir düşünür, hiçbir siyasetçi, hiçbir akademisyen, hiçbir meslek mensubu cezaevine yollanmamalı. Düşüncelerinden ötürü kimse yargılanmamalı. Bu işe zaten toptan karşıyım. Düşünce, gazetecilik faaliyeti, yazı, insanların fikirlerini söylemesi suç değildir. En aykırı fikirleri de söyleyebilirler. Bir gazeteye düşünceleri nedeniyle veya muhalif olduğu için baskı kurulmasını kabul edemem.

– AKP neden bu noktaya geldi? Ne onları bozdu?

Hep ‘Mazlum olarak gelen zalim olarak gitmemeli’ dedim. Mazlum olarak gelen geçmişte yaşadığı haksızlıkları, adaletsizlikleri unutmamalı. Mazlum olarak gelen o mazlum zihniyetle ülkeyi yönetmeli.

– Öyle yapmadıkları ortada ama değil mi?

O onların sorunu, benim değil. Sonuçta iktidar gücüne sahip değilim. Dünün mazlumu, bugünün zalimi olmamalı.

– AKP öyle oldu mu?

Ben kriteri söylüyorum. Buna Ak Parti tabanı karar versin. Ak Parti tabanına ‘siz de böyle düşünün’ dayatmasında bulunmak istemiyorum. Benim bildiğim Ak Parti tabanı Harun gibi gelenlerin Karun gibi olmasından, mazlum olarak gelenlerin zalimleşmesinden rahatsız. Diyorum ki mazlum olarak gelen mazlum olarak kalmalı, aynı zihniyette kalmalı. Haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik yapmamalı. Geçmişte kendisine yapılan haksızlığı, adaletsizliği, hukuksuzluğu hep hatırlamalı. Ak Parti tabanına söylüyorum. Geçmişte haksızlıktan, hukuksuzluktan, adaletsizlikten yakınıyordunuz. O halde bugün de haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik görüyorsanız, gelin hep birlikte bunlara karşı el ele yürüyelim diyorum.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.