Lütfü Oflaz: Sarayların adamı değil, sokakların adamıyız

Uruguay’ın yoksul dostu, saraysız cumhurbaşkanı Jose Mujica ile, 2000 yılında Türkiye’de aydınlar ve de kitle örgütleri tarafından yoksulların arasında yaşayan bir cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilen Lütfü Oflaz İstanbul’da buluşup görüştü. Bu görüşmede ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, “Lütfü Oflaz, Jose Mujica gibi bir cumhurbaşkanı olurdu. Saraysız cumhurbaşkanı Jose Mujica gibi Lütfü Oflaz da sarayda oturmaz, yoksulların arasında yaşardı” diye konuştu.

Gönüllerin cumhurbaşkanı Lütfü Oflaz, Adil Medya’ya konuştu 

-Lütfü Oflaz hocam; Uruguay’ın yoksul dostu, saraysız cumhurbaşkanı Jose Mujica ile İstanbul’da buluşup görüştünüz.  Sohbetimize bu görüşmedeki izlenimlerinizi alarak başlayalım mı?

-Mujica ile önce Galatasaray Meydanı’ndaki Cumartesi Anneleri’nin eylemine katıldık, sonra bir çay bahçesinde, ardından da kaldığı otelde görüştük. Aslında ben o sırada ağır bir grip geçirmekteydim; yataktan kalkacak halim yoktu; ancak söz konusu olan Mujica daveti olunca komalık da olsam yine yataktan kalkar giderdim. Bu görüşmede bulunanlardan İhsan Eliaçık, “ Lütfü Oflaz, 2000 yılında Türkiye’deki aydınlar ve kitle örgütleri tarafından ‘Yoksulların arasında yaşayan bir cumhurbaşkanı adayı olarak cumhurbaşkanlığına aday gösterilmişti” diye konuşunca, Mujica, “Böyle insanlar, sizin gibi insanlar benim arkadaşımdır” dedi. Bu da bizim için mutluluk vericiydi. Arkadaşımız Mujica ile görüşmemiz boyunca gördük ki, aynı dili konuşuyorduk. O, “Ülkeleri yönetenler saraylarda yaşamamalı; sokaktaki halk gibi yaşamalı” diyordu. Biz de aynen bunu diyorduk. Çünkü biz sarayların adamı değil, sokakların adamıydık. O, “Düşündüğün gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi düşünürsün” diyordu. Biz de yıllardır “İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanırsın” diye konuşup yazıyorduk. O, ”Parayı, malı mülkü seven siyasetle ilgilenmemeli; siyaset para kazanmak için değildir” diyordu. Biz de “Ülkelerin başına parada malda gözü olmayanlar geçmeli” diyorduk.  Biz de yıllardır  “Ülkelerin başına ceketiyle gelip ceketiyle gidecekler ve hatta ceketiyle gelip gömleğiyle gidecekler gelmeli” diye konuşup yazıyorduk. O, “Paraya tapan eninde sonunda ruhunu şeytana satar” diyordu. Biz de bunu diyorduk. O, “İnsanın kirlenmesi tüketim medeniyetinin sonucudur” diyordu. Biz de “İnsanın kirlenmesi tüketim çılgınlığının sonucudur” diyorduk. Neyse daha fazla uzatmayayım; görüşmemiz boyunca gördük ki, o bizdik, biz oyduk.

-Sadece fikirlerinizle değil yaşantınızla da çok benzeşiyorsunuz…

-Evet, o da ben de savunduğumuz fikirlere uygun yaşıyoruz. Bildiğiniz gibi, toplumcu fikirleri savunan çoğu insan toplumcu gibi yaşamaz. Bunların söyledikleriyle yaşantıları, konuştuklarıyla yaptıkları birbirine uymaz. Bunlar “Sosyalistim” der, ama kapitalist gibi yaşar. Ya da bunlar “İslamcıyım” der, ama kapitalist gibi yaşar. Bunlar sahip oldukları maddi imkanları sadece kendileri için harcarlar;  daha gösterişli, daha lüks bir hayat sürmek için harcarlar. Bunlar sahip oldukları maddi olanakları ihtiyacı olanlarla paylaşmazlar. Oysa biz son derece sade bir hayat yaşarız; ihtiyacımızdan fazlasını, ihtiyacı olanlarla paylaşırız. Toplumculuğu, halkçılığı sadece fikren savunmayız; ona uygun yaşarız. Hani ben sık sık “Sen de olanı paylaş, insanlaş” derim ya; işte bunun gibi bir hayat yaşarız. Sonuçta biz sözde değil özde toplumcularız. Mujica ile hayat tarzımızla da benzeşiyoruz; savunduğumuz fikirler uğruna hapis yatmamız, işkence görmemiz ile de benzeşiyoruz.

KAPİTALİST TÜKETİM İNSANLIĞI DA DOĞAYI DA TÜKETİYOR     

-İlk sorumu cevaplarken “İnsanın kirlenmesi tüketim çılgınlığının sonucudur” dediniz; bunun üzerinde biraz duralım mı?

-Tüketim çılgınlığı kapitalizmin eseri. Maalesef bugün dünyaya kapitalist üretim ve de kapitalist tüketim tarzı hakim. Bu kapitalist üretim tarzı insanlığı da doğayı da kirletiyor. Ve de bu kapitalist tüketim tarzı insanlığı da doğayı da tüketiyor. Çünkü  kapitalizm özünde vicdansızlığı barındırıyor. Gözünü kâr bürümüş kapitalist üretim tarzı tüketim çılgınlığını azdırdıkça azdırıyor. Sırf daha fazla para kazanmak uğruna ozon tabakasını delen, buzulları eriten, yağmur ormanlarına zarar veren üretimler yapılıyor. Havaya salınan kimyasal gazlar, sulara salınan zehirli atıklar, insanlığa da doğaya da korkunç zararlar veriyor. Tüketim çılgınlığı sonucunda insanlar tükettikçe, tükenen insanlık ve doğa oluyor. Kapitalizm denen bu vicdansız üretim tarzı, insandaki vicdanı yok edip yerine cüzdanı koyuyor. Zaten kapitalizm de vicdanların değil cüzdanların iktidarı demektir. Başka bir deyişle, paranın iktidarı demektir.

-Peki bu gidişe son verebilmek için sizce ne yapmalı?

Ancak kapitalizm denen bu vicdansız üretim tarzını durdurabilirsek insanlığı da doğayı da kurtarabiliriz. Dünyada cüzdanları değil vicdanları iktidar yapabilirsek insanlığı da doğayı da kurtarabiliriz. Bunun için de dünyada bir zihniyet devrimi olmalı. Tüketim çılgınlığını azdırdıkça azdıran üretim tarzının yerini, ihtiyaçları karşılayan üretim tarzı almalı. İnsan ancak ihtiyacı kadar tüketmeli; ihtiyaç fazlası tüketime son verilmeli. Başka bir ifadeyle, tüketim çılgınlığı denilen israf çılgınlığına son verilmeli. Böyle bir zihniyet devrimi yapılabilirse, böyle bir tüketim tarzı oluşturulabilirse dünya mahfolmaktan kurtulabilir. Yoksa giderek azgınlaşan bu tüketim çılgınlığı dünyayı tüketir.
 
Fotoğraflar: Hakan Çelik
Röportaj: Deniz Demir

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.